HABERLER

🏠  Anasayfa  ➝  Haberler

Mültecilere Yönelik Nefreti Değil, Hakikati Konuşalım!

Sayfayı Yazdır Küçük Font Büyük Font

16:43 . 20 Haziran 2022

Mültecilere Yönelik Nefreti Değil, Hakikati Konuşalım!

 

İzmir Barosu 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü nedeniyle bir açıklama yaptı. İzmir Barosu önünde yapılan açıklamaya, avukatların yanı sıra siyasi parti ve sivil toplum temsilcileri de katıldı.

 

Her Koşulda Evrensel Hukuk İlkelerini Savunacağız

 

Açıklamadan önce konuşan İzmir Barosu Göç ve İltica Komisyonu sorumlu yönetim kurulu üyesi Av. Ayşe Kaymak, dünyada ve ülkemizde milyonlarca insanın yurdundan edildiği, eğitim, barınma, güvenlik, sağlık, adalete erişim, hukuki belirlilik gibi en temel insan haklarından yoksun bir şekilde yaşamaya çalıştıklarını ifade ederek “Ne yazık ki savaşlar, çatışmalar, yoksulluk ekonomik yıkım olduğu sürece de göç ve mültecilik kaçınılmaz bir sonuç olarak varlığını devam ettirecektir.” dedi. İnsan haklarını ve hukukun üstünlüğünü savunmanın Avukatlık Kanunu’nun barolara yüklediği en temel görevlerden biri olduğunu vurgulayan Av. Ayşe Kaymak, “İzmir Barosu olarak bu görevlerden yola çıkarak her koşulda dini, dili, ırkı, cinsiyeti, cinsel yönelimi, aidiyeti ne olursa olsun insan haklarını savunmaya devam edeceğiz. Mültecilerin; mültecilik ve insan hakları hukuku ile evrensel hukuk ilkelerinden kaynaklanan haklarını savunmaya devam edeceğiz.“ dedi.

 

Yaşanacak İnsan Hakları İhlallerinden Hepimiz Sorumlu Oluruz

 

Göç ve İltica Komisyonu üyesi Av. Ayşegül Karpuz’un İzmir Barosu adına okuduğu açıklamada toplumda yer alan belirli bir grubu, salt ırkına ve yabancılık olgusuna dayalı olarak hedef göstermenin suç olduğu vurgulanarak bu söylemlerin insanları nefret dalgası içinde bir araya getirerek şiddete meyilli saldırı gruplarına dönüştürebileceği ifade edildi. Muhakeme yeteneğinden yoksun bu saldırı gruplarının yaratacağı insan hakkı ihlallerinden tüm Türkiye toplumunun sorumlu olacağı dile getirilen açıklamada “ana akım ve sosyal medyada sürekli pompalanan ırkçı dalgaya kapılmamalı, bu ırkçı nefret söylemlerinin önüne geçmeliyiz.” denildi.

 

İzmir Barosu’nun hukuku, aklı ve insan haklarını herkes için her koşulda savunacağı ifade edilen açıklama şöyle tamamlandı: “Ülkemizdeki mültecilere yönelik ırkçı ve ayrımcı söylemlerin karşısında olduğumuzu bir kez daha yüksek sesle haykırıyor; ulusal ve uluslararası tüm siyasi odakları göç sorunun nedenlerini sorgulamaya, göç nüfusu ve barış diplomasisi için politika ve hukuk üretmeye çağırıyoruz.”

 

Yapılan açıklamanın tamamını aşağıda bulabilirsiniz. İzmir Barosu Dünya Mülteciler Günü nedeniyle hafta boyunca çeşitli etkinlikler düzenleyecek.

 

20 HAZİRAN DÜNYA MÜLTECİLER GÜNÜNDE

MÜLTECİLERE YÖNELİK NEFRETİ DEĞİL, HAKİKATİ KONUŞALIM!

 

Göç, asırlardır insanlık tarihinin en bilinen gerçeklerinden biridir. Ulus devletlerin inşası sonrası belirginleşen sınırlar ile birlikte, devletlerin egemenlik hakkı kapsamında bireylerin ülkeler arası göçü ve seyahatleri belirli sınırlandırmalara tabi tutulmuştur.

 

Ne yazık ki insanlık tarihi 2. Dünya Savaşı sonrası acı gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalmış ve devletlerin kendi yurttaşlarından bir kısmına koruma sağlayamadığı, insan hakkı ihlallerine maruz bıraktığı görülmüştür. Bu noktada iltica hakkı, uluslararası kamuoyu tarafından konuşulmaya başlanmıştır.

 

1951 tarihli Mültecilik Sözleşmesi 2. Dünya Savaşı sonrası bir iklimde insan haklarının güvence altına alınması için taraf devletlerce imzalanmış ve iltica hakkı uluslararası alanda kabul görmüştür.

 

21. yüzyıla geldiğimizde devletler barış özlemini çabuk unutmuş, Afrika ve Ortadoğu’da dini ve siyasi sebeplerle birçok savaş yaşanmıştır. Bu savaşların başlangıcı ve sürdürülmesinde, geçmiş sömürge süreçleri ile emperyalist devletlerin başrolde olduğunu da belirtmek gerekir.

 

İşte bu nedenlerin bir sonucu olarak, günümüzde yaşanan göç dalgasında biz İzmir Barosu olarak şu soruyu bir kez daha hep beraber soralım istiyoruz: İnsanlar neden göç ederler?

 

Uzun sömürge dönemi sonrası bağımsızlık sürecine giren Afrika kıtasında, 1946’dan bu yana başlamış ve hala devam eden 33 iç savaş, 2001'de Amerika’nın Afganistan’ı işgali, 2003'teki Irak Savaşı, 2011'de Suriye İç Savaşı, 2022'de Ukrayna-Rusya Savaşı; göç olgusunu bir gerçeklik olarak karşımıza çıkarmaktadır.

 

21. yüzyılda Asya ve Afrika kıtalarından Avrupa ve Amerika kıtalarına doğru yaşanan göçe bu perspektiften bakmadığımız sürece, insan hakları hukuku dersinden sınıfta kalırız.

 

Bugün Türkiye’de İçişleri Bakanlığı resmi rakamlarına göre; yaklaşık 3,5 milyon iltica hakkına erişmek isteyen kişi yaşamaktadır. Bu kişiler; başta Suriye olmak üzere Afganistan, İran, Irak, Somali, Eritre, Kongo, Nijerya, Yemen vd. ülkelerden gelenlerdir. 

 

Ülkemiz, taraf olduğu 1951 Tarihli Birleşmiş Milletler Mültecilik Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve kendi iç mevzuatı olan Yabancıların Uluslararası Korunması Hakkında Kanunun 4. maddesi gereği; işkence veya kötü muamele görme riski bulunan, yaşam hakkı ihlali tehlikesi altında olan kişileri geri gönderemez. Mülteci nüfusumuzun büyük çoğunluğunu ise en yakın tarihte yaşanan Suriye İç Savaşı nedeniyle ülkemize kitlesel şekilde gelen geçici koruma rejimi altındaki Suriye uyruklu bireyler oluşturmaktadır. Gelinen süreçte halen Birleşmiş Milletler Mültecilik Yüksek Komiserliği tarafından Suriye’nin güvenli bir ülke olduğuna ilişkin bir açıklama yapılmamıştır. Suriye Savaşı’nın mağduru bu insanlar, 9 yılı aşkın süredir belirsiz ve öngörülemeyen geçici korumaya tabi olarak yaşamaktadırlar. Bu statü, kesinlikle vatandaşlık ya da ülkemizde kalıcı oturum izni sunan herhangi bir hak tanımamaktadır. Suriye uyruklu olup eğitim düzeyi yüksek olan, Türkiye’ye yatırım yapan ve de Türk vatandaşı ile evli olduğu için vatandaş olabilen sadece 200.000 kişi olduğu resmi makamlarca açıklanmıştır. Geriye kalan 2 milyonu aşkın kişinin geleceği hala belirsizdir. Suriye’deki savaşın sonlandığına ilişkin ne ulusal ne de uluslararası resmi bir çağrı yapılmıştır. Bu duruma rağmen Türkiye'deki geçici koruma rejimi gerekçe gösterilerek, bu kişilerin kalıcı statü talep etme ve iltica hakları engellenmekte olup başta Birleşmiş Milletler Mültecilik Sözleşmesi’ne taraf ülkeler olmak üzere, tüm uluslararası toplum hukuki sorumluluk almaktan kaçmaktadır.

 

Resmi makamlar sürekli olarak Gönüllü Geri Dönüş planından bahsetmekte ancak Suriye’deki güvenli alanlara ilişkin ayrıntılı bir açıklamada bulunmamaktadırlar. Bu konuya dair diplomatik veriler kamuoyu ile paylaşılmamıştır. Bu insanların ülkemizde ve Suriye’deki güvenliği, gelecekleri hala belirsizdir. Bu noktada Birleşmiş Milletler Mültecilik Sözleşmesi’ne taraf tüm devletleri sorumluluk altına sokan bir diplomasi yürütülmesi gerektiği, Suriye’deki sivillerin güvenliğine ilişkin garantörlük anlaşmaları yapıldıktan sonra gönüllü geri dönüşün tartışılabileceğini belirtmek gerekir.

 

Ülkemizdeki mülteci nüfusuna ilişkin sağlıklı bir politika yürütülmemesi, mültecilere sınır kapılarını açıp batıya yollanacak bir rehine muamelesinin reva görülmesi, süregelen belirsizlik ve ekonomik kriz, ne yazık ki son dönemde de Türkiye toplumunda korkutucu bir tablo yaratmıştır.

 

Dünya Mülteciler Gününde siyasi parti liderlerine, milletvekillerine, gazetecilere, sanatçılara, sosyal medya kullanıcılarına sesleniyoruz: Toplumda yer alan belirli bir grubu, salt ırkına ve yabancılık olgusuna dayalı olarak hedef göstermek suçtur!

 

Bu söylemler, insanları nefret dalgası içinde bir araya getirerek şiddete meyilli saldırı gruplarına dönüştürür. Muhakeme yeteneğinden yoksun bu saldırı gruplarının yaratacağı insan hakkı ihlallerinden Türkiye toplumu olarak hepimiz sorumlu oluruz. Hala yüzleşemediğimiz bir yalan ve nefret sarmalı ile gerçekleşen 6-7 Eylül Olayları, Maraş-Çorum Katliamları, Sivas Madımak Oteli Katliamı daha dün gibi önümüzde dururken; utanç duyacağımız, gelecek nesillere hesabını veremeyeceğimiz insanlık suçlarının yeni failleri olmamalıyız. Şunu unutmamak gerekir; halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek suçtur. Ana akım ve sosyal medyada sürekli pompalanan bu ırkçı dalgaya kapılmamalı, bu ırkçı nefret söylemlerinin önüne geçmeliyiz.

 

İzmir Barosu olarak; hukuku, aklı ve insan haklarını herkes için her koşulda savunacağımızı, ülkemizdeki mültecilere yönelik ırkçı ve ayrımcı söylemlerin karşısında olduğumuzu bir kez daha yüksek sesle haykırıyor; ulusal ve uluslararası tüm siyasi odakları göç sorunun nedenlerini sorgulamaya, göç nüfusu ve barış diplomasisi için politika ve hukuk üretmeye çağırıyoruz.