HABERLER

🏠  Anasayfa  ➝  Haberler

Anayasa Konulu Genel Görüşme Toplantısı Gerçekleştirildi

Sayfayı Yazdır Küçük Font Büyük Font

İzmir Barosu, 16 Nisan’da gerçekleşecek olan Anayasa değişikliğinin oylanacağı referandum öncesi üyelerinin katılımıyla 26 Mart 2017 günü bir genel görüşme toplantısı düzenledi.

14:12 . 28 Mart 2017

İzmir Barosu, 16 Nisan’da gerçekleşecek olan Anayasa değişikliğinin oylanacağı referandum öncesi 26 Mart 2017 günü bir genel görüşme toplantısı düzenledi.

 

 

1609 meslektaşımız, yargı bağımsızlığı, yargıç güvencesi, savunma mesleğinin yaşadığı sorunlar ve çözüm önerileri,  Anayasa değişikliği ve başkanlık sistemi ile ilgili baro görüşünün oluşturulması amacıyla İzmir Barosu’na olağanüstü genel kurulun toplanması talepli bir dilekçe vermişti. Bu talep, İzmir Barosu Yönetim Kurulu tarafından vakit geçirmeden karara bağlanmış ve yönetim kurulumuz 26 Mart 2017 günü Olağanüstü Genel Kurul yapılmasına karar vermişti. Ancak genel kurul için yeterli çoğunluğun sağlanamaması üzerine toplantı genel görüşmeye dönüştürüldü.   

 

 

Cumhuriyet Meydanı’nda Atatürk Anıtı’na çelenk sunumu gerçekleştirildikten sonra toplantının yapılacağı Fuar İsmet İnönü Kültür Merkezi’ne kadar cübbeli yürüyüş gerçekleştirildi. Beş yüze yakın meslektaşımızın katıldığı toplantıda Başta önceki dönem baro başkanlarımız olmak üzere meslektaşlarımız oylanacak olan anayasa teklifine ilişkin görüşlerini paylaştı.

 

 

Açılış konuşmasını yapan Baro Başkanımız Av. Aydın Özcan, İzmir Barosu’nun ülkenin torba yasalarla yönetilmeye başlandığı 2015 yılında mücadeleye başladığını ifade ederek, “o gün torba yasalar ve iç güvenlik yasa tasarıları ile mücadele ederken bugün geldiğimiz noktada ülke KHK’ler ile yönetilir hale gelmiştir” dedi. “Söz konusu hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı ise İzmir Barosu görüş ve düşüncelerini hiç korkmadan ve yılmadan her zaman ve her ortamda söylemeye devam edecektir” diyen Özcan 2016 yılında torba yasalardan şikayet ederken bugün geldiğimiz noktada ülkenin KHK’lerle yönetilmeye başlandığını ve gerçekleştirilmek istenen Anayasa değişikliğinin OHAL ve KHK rejiminin sürekli hale getirme amacı taşıdığını ifade etti.

 

 

15 Temmuz darbe girişimini aklı başında hiç kimsenin hele bir hukukçunun kabul etmesinin mümkün olmadığını söyleyen Av. Aydın Özcan, “İzmir Barosu, daha başladığı saatlerde bu hain darbe girişimini en sert şekilde kınamıştır” dedi. Bununla birlikte darbe girişiminden sonra ülkenin içine sokulduğu OHAL ve KHK rejimini de kabul etmenin mümkün olmadığını ifade eden Özcan, ikinci dönem KHK’lerle savunma mesleğinin itibarsızlaştırılmak istendiğini, avukatların cezaevlerinde ve emniyet birimlerinde çok kötü muamele ile karşılaştıklarını söyledi. Av. Aydın Özcan, “İzmir Barosu olarak bu durumu kabul etmemiz mümkün değildi. Hemen Cumhuriyet Baş Savcılığı ile görüşmelere başladık ve uygulamalar bu şekilde sürerse binlerce meslektaşımızla birlikte sokağa çıkacağımızı ifade ettik. Ondan sonradır ki cezaevlerindeki koşullar bir ölçüde düzeltildi” dedi. İzmir Barosu’nun tüm barolardan önce KHK’ler ve Anayasa değişikliğine ilişkin çalışmalara başladığını söyleyen Özcan, “üzülerek ifade ediyorum ki bu çalışmalarımıza olağanüstü genel kurul yapılması için imza toplayan meslektaşlarımız katılmamışlardır” dedi.

 

 

İzmir Barosu’nun daha TBMM’de anayasa değişikliğine ilişkin görüşmeler yapılırken Meclis içtüzüğü ve yasalara uygun oylama yapılması için tüm milletvekillerine yazdığı mektupla ettikleri yemine sadık kalmalarının hatırlatıldığını söyleyen Özcan, sonraki süreçte de öncü baro olma misyonuyla hareket ettiğini ifade etti. Sivil toplum kuruluşlarına yönelik baro binasında ona yakın eğitim çalışması düzenlediğini söyleyen Özcan, “bunun dışında çağırılan her yere bu konuyu anlatmak için gidiyoruz. Barolar arasında yine İzmir Barosu ilk kez değişikliği karşılaştırmalı metinler olarak yayın haline getirdi. İlk baskısı tükendi bir kez daha bastırdık. Bu kitaba ilişkin çok olumlu geri dönüşler alıyoruz” dedi.

 

 

Meslektaşlarımızdan Büyük Destek Görüyoruz

 

 

Özcan sözlerine şöyle devam etti: “Tabii gönül isterdi ki bugün genel kurul gerçekleşsin. Ama maalesef toplanamadık. Biz imza toplayan meslektaşlarımıza bunu ifade ettik. Gelin sokağa çıkalım, sokakta birlikte çalışalım, herkese ulaşalım dedik. Ama bazı meslektaşlarımız bu genel kuruldan çok büyük bir beklenti içine girdiler. İzmir Barosu’nun yaklaşık iki buçuk - üç aydır yapmış olduğu çalışmalar ortada ve meslektaşlarımız tarafından da büyük destek görüyor. Bugün buraya gelmeyen binlerce meslektaşımız Yönetim Kurulumuzun yapmış olduğu faaliyetlerin yeterli olduğuna inandıkları için gelmediler.  Bugünkü genel görüşmede de ortaya çıkan sonuç baromuzun yapmış olduğu çalışmaların doğru olduğu yönünde bir tespiti içeriyor. Yönetim kurulu olarak bizler yürüttüğümüz çalışmaları kendi adımıza yapmıyoruz, İzmir Barosu’nu temsil ediyoruz. Bizler daha birkaç ay önce yapılan İzmir Barosu genel kurulundan beş aday arasında en çok oyla güvenoyu alarak tekrar seçilmiş bir yönetimiz ve tek dayanağımız genel kuruldan yani sizlerden aldığımız güvencedir. Bundan sonra da sizlerin desteğiyle bu yolda yürümeye devam edeceğiz.

 

Susmayacağız

 

Eğer 16 Nisan’da aksi bir sonuç çıkarsa ülke gerçekten kapalı bir toplum haline gelecek. Şu an bile sadece barolar, baro başkanları, sınırlı sayıda insan konuşabiliyor. Üniversiteler suskun, 150’nin üzerinde gazeteci tutuklu. Kimse konuşamıyor. 16 nisanda istemediğimiz bir sonuç çıkarsa belki bizler de konuşturulmayacağız, susturulacağız. Susmak istemiyoruz. Temel hak ve özgürlükler için susmayacağız ve 16 Nisan’da birlik beraberlik içerisinde mutlaka sandıklara giderek oylarımızı kullanacağız ve sonrasında da sandıklara sahip çıkacağız. Her perşembe sandık eğitimleri düzenliyoruz ve bu çalışmalara katılan meslektaşlarımızın bilgilerini alıyoruz. Referandum günü ihtiyaç duyduğumuz tüm meslektaşlarımızı teker teker arayarak sorun yaşadığımız ilçelere yönlendireceğiz ve sandıklara sahip çıkacağız.

 

 

İzmir Barosu olarak, Cumhuriyet değerlerinden, Atatürk ilke ve devrimlerinden, ülkenin üniter yapısından, hukukun üstünlüğünden, kuvvetler ayrılığından ve yargı bağımsızlığından yana tarafız, taraf olmaya devam edeceğiz ve bu görüşlerimizi her yerde söyleyeceğiz ve susmayacağız.”

 

 

Yapılan genel görüşme toplantısında konuşan başta önceki dönem baro başkanları olmak üzere baro üyesi avukatlar baronun bugüne dek yapmış olduğu çalışmaları desteklediklerini ifade ederek, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ve demokrasiye inanan tüm hukukçuların hayır da birleşmesi gerektiğini dile getirdiler.

 

SONUÇ BİLDİRGESİ

 

SAYGIDEĞER HALKIMIZA

 

Ülkemiz son yıllarda iç ve dış sorunlar bakımından tarihinin en zor dönemlerinden geçmektedir. Ülke sorunlarının, meslek sorunlarımızla iç içe geçtiği bu dönemde, olağanüstü hal  uygulamasının olağan hale geldiği, bu uygulama içinde yargı bağımsızlığının tartışılmasına bile değer verilmediği, savunma mesleği üzerinde hukuka aykırı baskıların yoğunlaştığı, hukuk tekniğine aykırı “torba yasaların” yanında, TBMM'ni devre dışı bırakan KHK’lerin yasama faaliyeti yerine ikame edildiği böylesine bir ortamda, devletimizin yeniden yapılandırılması ve ulusal egemenliğe dayanan yetkilerin tek elde toplanmasını hedefleyen çok önemli bir anayasa değişikliği 16 Nisan 2017 tarihinde halkoyuna sunulacaktır.

 

Baroların ve yargı içinde savunmayı temsil eden avukatların varlık nedeni ve etkinlikleri, içinde bulundukları toplumda hukukun geçerli olup olmamasına, hukuk devleti gereklerinin uygulanıp uygulanmadığına bağlıdır. İşte bu nedenle hukuk içinde faaliyet gösteren bir meslek kuruluşu olan barolar ülke hukukunu, yönetim sistemini, temel hakların teminatını ilgilendiren bütün düzenlemeler konusunda görüş oluşturmak ve toplumu bilgilendirmekle görevlidir. Hele ki toplumsal uzlaşma gerektiren anayasa değişikliği konusunda baroların sorumluluk duymaları ve kamuoyunu bilgilendirmeleri zorunludur. İzmir Barosu gelenekleri doğrultusunda bu anayasa değişikliğiyle ilgili önemli etkinliklerde bulunmuş, üyelerinin de görüşlerini özgürce ifade etmeleri ve demokratik olarak görüşlerini kamuoyuna sunabilmek için bu genel görüşme toplantısını gerçekleştirmiştir.

 

Ne yazık ki toplumda ve basın yayın kuruluşlarında bu anayasa değişikliği, hazırlanışında ve halkoylaması sürecinde kapsamlı olarak tartışılmamakta, sağlıklı bilgi içermeyen, hamaset ve lafazanlığa dayanan kampanyalarla kamuoyu yönlendirilmektedir. 2010 halkoylamasında da aynı yöntemler izlenerek alınan sonucun, nelere yol açtığı ortadadır.

 

Türkiye Cumhuriyeti, Anayasanın 2. maddesinde yazılı olduğu gibi demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir. Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten başlangıç kısmının 176 madde gereğince, Anayasa metnine dâhil olduğu, başlangıç metnindeki ilkeler gereği egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olup bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, hukuk düzeni dışına çıkamayacağı; kuvvetler ayrımının, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli yetki ve görevlerin kullanılmasından ibaret olmakla üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu Anayasanın dayandığı temel ilkelerdir.

 

Halkoylamasına sunulan 18 maddelik anayasa değişikliği, kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı olarak yasama, yürütme ve yargı arasındaki denge - denetim olanaklarını ortadan kaldırdığı için, BAŞLANGIÇTA BELİRTİLEN TEMEL İLKELERE, anayasanın 2. maddesine açıkça aykırıdır.

 

Yürürlükteki anayasamızda düzenlenmiş olan parlamenter rejimin, yönetim sisteminin mükemmel olmadığı, hukuk ve demokrasinin sağlıklı işlemediği malumu ilamdır. Ne var ki, mevcut düzenleme ve uygulamaların eksik, yanlış olması, telafisi imkânsız bir durum değildir. Daha demokratik düzenlemelerle, özellikle seçim ve siyasal partilerle ilgili kanunlarda yapılacak değişikliklerle mevcut parlamenter rejimin sıkıntılarının önemli ölçüde giderilebileceği çok açıktır.

 

Oysa, bu anayasa değişikliği ile dünyada benzeri bulunmayan, tüm denetim mekanizmaları kısıtlanmış, tüm yetkilerin tek kişide toplandığı bir başkanlık rejimini istemek, ülkemizin 150 yılı aşan parlamenter demokrasiye yönelişinin, deneyim ve arayışının dışına düşen, anayasayla ve evrensel hukuk kurallarıyla bağdaşmayan bir geriye gidiştir.

 

Halkoylamasına sunulan 18 maddelik yasa ile Cumhurbaşkanına, Kurtuluş Savaşı yıllarında ve sonrasında Mustafa Kemal ATATÜRK’e bile verilmeyen olağanüstü yetkiler öngörülmektedir. Yürütme yetkisini tek başına kullanacak olan Cumhurbaşkanı, TBMM adına yürütme ile ilgili konularda kararname çıkarma, hatta kararname ile kamu tüzel kişiliği kurma, seçimlerin yenilenmesine karar verme, olağanüstü hal ilan etme, olağanüstü hal kararnamesi ile temel hak ve özgürlükleri sınırlandırma,. bütçe kanunu teklifini hazırlama, Anayasa değişikliğine ilişkin kanunları isterse halkoyuna sunma, Hakimler Savcılar Kurulunun 13 üyesinin tamamını, Anayasa Mahkemesinin 15 üyesinden 12 sini doğrudan ya da dolaylı olarak belirleme, tarafsızlık yemini etmesine rağmen parti genel başkanı olabilme yetkilerine de sahip olacaktır.

 

Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcılarını, bakanları, üst düzey kamu yöneticilerini, üst kademe kamu yöneticilerini, Türkiye Cumhuriyetinin yabancı ülkelerdeki temsilcilerini tek başına ve TBMM’nin onayını almaksızın “atama ve görevden alma” yetkilerine sahip olacaktır. Milli güvenlik politikalarını Cumhurbaşkanı belirleyecektir.

 

Hiçbir etkin denetim mekanizması öngörülmemiştir. Gensoru ve sözlü soru sorma usulü kaldırılmıştır, güvenoyu yoktur. Cumhurbaşkanının soruşturulması, erişilmesi imkânsız çoğunluk oylarına bağlanmıştır. Bu sayılar aşılsa bile kendi atadığı yargıçların (Anayasa Mahkemesi), önüne çıkacaktır.

 

Özetle, yasama, yürütme ve yargı erki tek kişide birleştirilmiş, KUVVETLER AYRILIĞI İLKESİ yok edilmiş olacaktır. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin yaratıcısı sayılan Montesquieu, 1748’de yazdığı “Kanunların Ruhu” adlı eserinde, “Ezeli tecrübe ile sabittir ki elinde kuvvet bulunan onu kötüye kullanmaya meyleder ve bir sınırla karşılaşıncaya kadar da kötüye kullanmaya devam eder” (...) “Kuvvetin kötüye kullanılmaması için tabiatı gereği kuvvet, kuvveti durdurmalıdır”, demektedir. Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi (1789) m.16’da ise kuvvetler ayrılığı ilkesinin önemi vurgulanır; “İnsan haklarının güvence altına alınmadığı ve kuvvetler ayrılığının sağlanmadığı düzenlerde anayasa yoktur”. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin fiilen ya da hukuken kaldırılması, anayasanın ortadan kaldırılması anlamına gelir. Anayasallık, devletlere ancak iktidarları sınırlandırdığı zaman yüklenen bir sıfattır.

 

Yargı bağımsızlığı, adaletin her türlü baskı ve kuşkudan uzak gerçekleşmesinin güvencesidir. Ne yazık ki bu kavramın içi boşaltılmış, yurttaşların adalete inancı ve güveni kalmamıştır. Anayasa metninde bağımsızlığın yanına tarafsızlığın eklenmesi, yargıyı ne bağımsız yapacaktır ne de tarafsız. Cumhurbaşkanı tarafından atanacak Adalet Bakanı ve Adalet Bakanı müsteşarıyla Cumhurbaşkanının doğrudan atadığı dört üye ve dolaylı atayacağı diğer üyelerin yer aldığı bir Hakimler ve Savcılar Kurulu, yargı bağımsızlığını sağlayamaz.

 

Yargının ayrılmaz parçası Savunma Mesleği yürütülemez durumdadır, avukatlar tutuklanmakta, ters kelepçe takılmakta, müvekkillerine ve dosyaya ulaşmaları engellenmekte, adil yargılama yapılamamaktadır. Daha şimdiden yargıç güvencesi kalmamıştır, kalıcılaşan olağanüstü hal koşulları, “KHK” uygulamaları, yarattığı sorunlar mesleğimizi son derece olumsuz etkilemektedir. Getirilmek istenen düzenleme, bu koşulları savunma mesleği ve yurttaşlar aleyhine daha da ağırlaştıracağı için bu değişiklik talepleri REDDEDİLMELİDİR.

 

Rejim değişikliği anlamına gelen bu değişiklikler, özetlediğimiz nedenlerle KABUL EDİLEMEZ.

 

Avukatlık Kanununun 76. maddesi Barolara, “Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak ve korumak, bu kavramlara işlerlik kazandırmak” görevlerini vermiştir. “HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ SAVUNMAK ve KORUMAK”, eski anlatımla “MÜDÂFAA-İ HUKUK”.

 

Tüm barolarımızın bugün gündemde olan ve ilhamını Cumhuriyetin kurucu değerlerinden, Kurtuluş Savaşından, Atatürk İlke ve Devrimlerinden, aydınlanma mücadelesinden, insan aklına ve bilime dayalı ulusal laik sosyal hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü mücadelesinden alan tarihi sorumluluğu budur; “MÜDAFAA -İ HUKUK”.

 

Bu sorumluluk gereği, 7600’ü aşkın avukatı temsil eden İzmir Barosu olarak halkoylamasına sunulan bu değişikliklerin tümünü REDDEDİYORUZ.

 

Ülkemizin aydınlık geleceğinden hiç kuşku duymuyoruz. Laikliği, Cumhuriyetin kurucu, ilerici, aydınlanmacı değerlerini, parlamenter demokrasiyi, hukuk devletini, yargı bağımsızlığını, hukukun üstünlüğünü, sosyal devleti, sonuna kadar savunacağız.  26.03.2017